Gündem Misafir Odası

Fransa’da Radikal İslam Algısı

Fransa’da yükselen Radikal İslam ve İslamcılık karşıtlığını siyaset bilimindeki karşılığı ile kaleme aldık.

Radikal islam, Fransa kamuoyunun gündemindeki yerini koruyor. Bu hafta İran’da, 22 yaşındaki Mahsa Amini’nin baş örtüsü takmadığı için ahlak polisleri tarafından dövülerek öldürülmesi Fransız basınında baş örtüsü ve kadın hakları tartışmalarını yeniden gündeme getirdi.

Diğer yandan 2016 senesinde Nice’te, Fransız ihtilalinin yıldönümü olarak anılan Bastille gününde, kamyonla düzenlenen terör saldırısı ile ilgili davanın görüşülmesine başlandı. O saldırıdan bir gün önce 13 Temmuz’da, Başkan Hollande İŞİD ile mücadele için Orta Doğu’ya asker göndereceğini açıklamıştı.

Önceki yazımızda da Fransa’nın gündemindeki davalarından bahsetmiştik. İmam Hassan Iquioussen davası da bunlardan biriydi. Geçtiğimiz haftalarda Danıştay, İmam Hassan’ın Fransa’dan sınırdışı edilmesi kararını onadı. Lakin, polisler işlemler için İmam Hassan’ın ikamet adresine gittiğinde onu evinde bulamadılar. İmam kayıplara karıştı. Önce Fransa çapında, sonra ise tüm Avrupa Birliği ülkelerinde İmam hakkında yakalama ve tutuklama kararı çıkarıldı.

Bu kararı İslamofobi olarak değerlendiren bir grup, geçtiğimiz haftasonu Paris’teki Republique meydanında protesto niteliğinde bir gösteri düzenlendi. Hafta sonu Fransa Twitter trend’lerinde dikkat çeken iki başlık vardı : İslamcılar ve İslamofobi.

Yazışmalardan görüyoruz ki, Fransız vatandaşlarının da anlamakta zorlandığı bir konu var. İslamcı olmak sorun ise, neden islamcıların gösteri düzenlemesine izin veriliyor? Sorun değil ise, neden islamcı bir imam sınır dışı ediliyor? Ve aslında islamcı olmak ne demek? Her müslüman islamcı mıdır? İslamcılara karşı olmak İslamofobi midir?

Bu soruların cevabı aslına bakarsanız, Siècle des Lumières (Aydınlanma çağı) olarak da bildiğimiz düşünce akımına kadar uzanıyor.

Bu yazımızda öncelikle Radikal İslam’ın ne anlama geldiğinden yola çıkarak Fransa’daki karşılığına yer vereceğiz. Sonraki yazımızda bunun Fransız kamuoyunda ifade özgürlüğü ekseninde nasıl karşılık bulduğu ile devam edeceğiz.

Radikal Islam, Siyasal İslam ve İslamcı olmak

Fransız-İran asıllı sosyolog Farhad Khosrokhavar, Radikalleşme adlı kitabının ilk sayfasında şöyle tanımlıyor: “Radikalleşme, bir bireyin veya grubun, doğrudan aşırılık yanlısı bir ideolojiyle bağlantılı olarak şiddet içeren bir eylem biçimini benimsediği süreçtir. Grup, siyasi, sosyal veya dini içerikli aşırılık yanlısı bir ideolojiyle doğrudan bağlıdır ve şiddet içeren bir eylem biçimini benimser. Bununla yerleşik siyasi, sosyal veya kültürel düzene meydan okuyan siyasi, sosyal veya dini bir tutum takınır.”

Bu tanım Fransa’da bakanlıklar içinde en sık referans alınan tanımlardan biri aynı zamanda. Radikalleşmenin Fransız kamuoyundaki karşılığı da diyebiliriz.

Radikal Islam denildiğinde ise akademide önemli çalışmalarıyla öne çıkan Olivier Roy, François Burgat ve Gilles Kepel gibi isimler var.

Kendisi de Fransız bir siyaset bilimci olan Olivier Roy, yazılarında özellikle Fransız hükümetini radikalleşmenin doğasını anlamıyor olmakla eleştiriyor.

Ben şahsen Olivier Roy’un çalışmalarını Siyasal İslam tanımına daha uygun buluyorum. Çünkü Radikal İslam’ı çalışan tüm sosyal bilimcilerin uzlaştığı bir nokta var. O da radikalleşme dediğimizde şiddete başvurma, mevcut düzene başkaldırma ve kanunları tanımama gibi yasadışı aktivitelere uzanan bir konjonktürün olması. Örneğin Radikal İslam’da silahlanmadan ya da bir devrimden bahsedebiliyoruz.

Siyasal İslam ise, özünde İslam’ı bir siyasi ideoloji olarak kabul eden ve bununla dini kurallar ve referanslar boyunduruğunda sosyo-politik düzeni savunan bir akım.

Diğer yandan François Burgat, Radikal İslam ile Siyasal İslam’ı birbirini tamamlayan ve besleyen aynı modelin iki farklı yüzü olarak ele alıyor.

Bu özellikle Fransa’da islamcıların (islamistes) neden radikal olarak görüldüklerini de açıklıyor aslında. İslamizm akımını savunanlara islamcı deniliyor.

İslamizm kelimesi aslında “Siyasal İslam” ın eş anlamlısı. Bildiğiniz gibi, Allah’ın Kanunları olarak da bilinen, sadece Kuran ayetleri ve Hz. Muhammed’in hadisleri referans alınarak hazırlanmış kanunlara Şeriat adını veriyoruz. Siyasal İslam’ı ise en kısa şekilde “şeriat ile yönetim” olarak tanımlayabiliriz.

Dinin siyasallaşması konusu ise başlı başına İslam’ın doğuşundan bugüne dek ele alınması gereken derin ve kapsamlı bir konu. Sonraki yazılara saklıyorum onu.

Diğer bir deyişle Siyasal İslam, pozitif ve sosyal bilimler ile değil de şeriatı temel alan ve literatüre İslamizm olarak girmiş siyasi bir akımı temsil ediyor.

Burgat bu noktada İslamizmi (Siyasal İslam) sosyo-politik olarak toplumda şeriat yönetimini savunan, politik bir akım haline gelmiş ve bu sistemi savunmak için çevresinde silahlı olarak örgütlenmiş bir ideoloji olarak tanımlıyor diyebiliriz. Bu ideoloji, mevcut düzen ve kanunlar yerine kendi kültür ve yasalarını topluma dayatmaya çalıştığı noktada devrimci bir nitelik kazanıyor ve radikalleşmiş oluyor.

İslamcılar kendi içlerinde farklı kollara ayrılıyorlar. “Kuran’ı bugünün koşullarına göre yorumlamalıyız” diyenlerden; ilk ana metne, “Kuran’ın ilk orijinal haline sadık kalmalıyız” diyen ve hiçbir ek yorumu kabul etmeyen Selefiler’e kadar uzanan farklı açılımları var. Yine şeriat merkezde olmak üzere, pozitif bilimlerden destek almayı savunan akımlar da var. Ama hepsi özünde, toplumun tüm kurumları ile birlikte yaşamını düzenleyen, nasıl örgütleneceğini belirleyen anayasasının şeriata, dini hukuka uygun olmasını savunuyor.

Fransa özelinde en yoğun tepki gören kesim ise Selefiler.

Kepel, İslami radikalleşmeyi Selefizme ve onun kullandığı söylemlere dayandırıyor. Selefi anlayışını dinin en ilkel hali ile örtüşen cihad ideolojisine bağlıyor. Bu cihad ideolojisini de İslami terörün en temel sebebi olarak gösteriyor. Diğer yandan bugün Fransa, onun tabiriyle gençlerle üçüncü jenerasyon İslam’ı yaşıyor

Jenerasyonlar arasında kimlik ve yöntem olarak farklılıklar olsa da Selefizm ile bütünleşmiş bir cihad ideolojisi mevcut demek mümkün bu genç akımlarda. Ki bu da Fransa’nın en çekindiği nokta. Çünkü özellikle banliyölerde örgütlenen Selefilerin “kültürel bir kopuş” yaşadığını ve Fransa’nın toplumsal kültüründen ve Cumhuriyet değerlerinden uzaklaşarak radikalleştikleri düşünülüyor.

Imam Hassan’a neden bu kadar büyük bir tepki verildiğini ve sınır dışı edildiğini daha iyi görebiliyoruz sanırım şu an.

Gündemi işgal eden sorular

Kavramlar biraz karışık gelmiş olabilir, o yüzden ilk başta yer verdiğimiz sorulara geri dönersek; şu şekilde toparlayabiliriz:

Her müslüman islamcı mıdır?” sorusu aslında şu anlama geliyor: “Her müslüman medeni kanunlar yerine şeriata uygun anayasa ile yönetilmek ister mi ?

Ya da “Her müslüman Radikal İslamı savunur mu?” sorusu yerine, “Her müslüman eline silah alıp din adına suç işler mi, şiddete başvurur mu?” sorusunu sorduğumuzda, tanımlara uygun cevapları bulabiliriz.

Peki islamcılara karşı olmak bir tür İslamofobi midir ?

Sorunun cevabını yine Kepel ile verelim. Kepel burada çok zekice bir ayrım yaparak, İslam’ı konunun merkezinden çıkarıyor. Tüm bu taşkın eylemleri bir tür radikalleşme olarak tanımlayıp, problemin buradaki davranış ve örgütlenme biçiminde olduğunu öne sürerek, adına İslami radikalleşme diyor. Ki bu tüm diğer radikalleşme örneklerinin yanında, radikalleşmenin bir çeşidi sadece. Bu noktada İslam dinine karşı bir tavır, bir fobi yok. Eleştirilen ve hedef alınan şey, radikalleşmenin kendisi ve ona neden olan söylem, davranış ve örgütlenme şekilleri.

Radikalleşmeye karşı alınan bu tavır, aslında Fransız toplumunda Les Lumieres diye bilinen Aydınlanma Felsefesine kadar uzanan köklü bir anlayış.

Sanılanın aksine, Aydınlanma felsefesinin ortaya çıkmasını sağlayan 17. Yy ve 18. Yy filozofları dine karşı değildir. Sekülerlik bugünkü anladığımız anlamda ele alınmaz. Örneğin Voltaire’in getirdiği sekülerlik kavramı, Katoliklerin boyunduruğundan sıyrılıp Protestanlara da eşit haklar tanınmasıdır. Aydınlanma filozoflarının eleştirdiği aslında dinde fanatikleşme, Voltaire’in tabiriyle barbar yaklaşımdır.

Spinoza, insanların nedensellik köprüsü kurmayı bıraktıklarında bir otomatik düşünce biçimine hapsolduklarından bahseder. “Ben Tanrı adına öldürürüm” cümlesi de bu otomatik düşüncenin bir ürünüdür.

Aydınlanma filozoflarının savundukları ideal, dinin tüm bu hurafelerden ve fanatik yaklaşımlardan arınıp, mantık düzleminde felsefe ile gerçek haline, ahlaki değerleri temel alan “saf haline” geri kavuşturulmasıdır.

İslamcıların protesto mitingi yapmasına neden izin verildiği sorusuna geldiğimizde de, yine Fransız kültürü ile bütünleşmiş olan “ifade özgürlüğü” cevabını verebiliriz.

Ki bir sonraki yazımızda ifade özgürlüğü konusuna Radikal İslam çerçevesinde devam ediyor olacağız.

Editör Notu

Misafir Odası kategorisinde yer verilen yazılar ve içerikler, tamamen yazı sonunda ismi belirtilen yazarların kişisel düşüncelerinden ibarettir. İlgili yazılar ve yazılarda yer alan düşünceler hukuken hiçbir şekilde Fransız Gastesi’ni bağlamaz, Gasteniz’in politik düşünceleri olarak addedilemez.

Yazar Hakkında

Irem Erturk

Yorum yap

Paylaş
Bağlantıyı kopyala