Claude Monet, Antoine Watteau, Henri Matisse… Fransız ressamlar denilince aklımıza gelen isimler. Ancak her zaman olduğu gibi bir de kadınlar var isimleri daha az hatırlanan, hatta belki de hiç hatırlanmayan. Bu nedenle Fransız kadın ressamlar serisinin ilk yazısıyla karşınızdayım! İşte hatırlanması gereken dört Fransız kadın ressam:
Berthe Morisot (1841-1895)
1841 yılında Bourges’da dünyaya gelmiştir. Babası mimar, annesi ise ünlü Fransız ressam Jean-Honoré Fragonard’ın yeğeniydi. Dolayısıyla sanatla iç içe bir ailede büyümüştür. Küçüklüğünden itibaren kardeşleri ile birlikte sanat eğitimi almıştır. Dönemin en ünlü sergisi olan Paris Salonu’nda ilk resmi sergilendiğinde Berthe Morisot henüz 23 yaşındaydı. O yıldan itibaren de bu salonda resimleri sergilenmeye devam etti. Barbizon Okulu‘nun önemli ressamları ile arkadaşlık kurdu ve onların etütlerinden esinlendi. 1985 tarihinde Paris’te hayatını kaybetti.
Bugün eserleri, izlenimciliğin önemli örnekleri arasında kendine yer bulur. Resimlerinde genellikle günlük yaşam sahnelerine, manzaralara ve kadın portrelerine yer vermiştir. En tanınmış çalışmaları arasında kadın ve çocuk portreleri bulunur. Özellikle kadınların günlük yaşamını ve aile hayatını tasvir etmesiyle tanınır. Berthe Morisot’nun en bilinen eserlerinden birkaç örnek:
Suzanne Valadon (1865-1938)
Suzanne Valadon, 1865’te Bessines-sur-Gartempe’te doğmuştur. Yoksullukla geçen bir çocukluğu olmuştur. Bekar bir annenin, babasını hiç tanımayan kızıdır. Suzanne, 15 yaşına dek sebze satmaktan garsonluğa kadar çeşitli işlerde çalışmıştır. 15 yaşında ise bir sirkte akrobat olarak işe girer. Sirkteki bu işi almasına, sirk için dekorları resmeden Kont Antoine de La Rochefoucauld ve Thèo Wagner ile tanışıklığı vesile olmuştur. Çalıştığı sirk ise sık sık Toulouse-Lautrec ve Berthe Morisot gibi sanatçılar tarafından ziyaret edilir. Böylelikle Berthe Morisot’nun, Valadon için bir ilham kaynağı olduğu söylenir. Sirkteki işinin birinci yılında trapezden düşerek sakatlanır ve akrobatlık kariyeri böylece son bulur. Ancak 15 yaşında başladığı modelliği yapmayı sürdürür. Modellik yaptığı ressamlar arasında Renoir, Berthe Morisot, Théophile Steinlen gibi isimler bulunur.
İlk eseri 1883’te yaptığı karakalem otoportresi olarak kabul edilir. Daha sonra oğlunu, annesini ve yeğenini sıklıkla resmeder. 1896’dan itibaren tam zamanlı ressamlığa soyunur ve birçok eser verir. Artık özgün tarzını da oluşturur. Canlı renkleriyle göze çarpan tablolarında, idealize edilmemiş nü kadın bedenlerine sıklıkla yer verir. Bu, adeta Valadon’un imzası haline gelir. Bu ideal olmayan çıplak kadın bedenleri, resimlerinde sadece “kusursuz kadın” bedenlerine yer veren erkek ressamları hayli rahatsız eder. Ancak bu karşı duruşlar Valadon’u yıldırmaz. Ulusal Güzel Sanatlar Topluluğu’na kabul edilen ilk kadın olur. İşleri tek bir akım ile sınırlı olmasa da daha çok sembolizm ve post-izlenimciliğin izlerini taşır. Canlı, cesur renkleri ve figürlerini çevreleyen siyah çerçeveleri ile dikkat çeken eserlerinden birkaçı:
Élisabeth Louise Vigée Le Brun (1755 –1842)
Élisabeth Louise Vigée Le Brun, 1755’te Paris’te doğmuştur. Annesi kuaför, babası ise Saint-Luc Akademisi’ne mensup bir portre ressamıdır. Babasının vefatının ardından annesi zengin bir kuyumcu ile evlenmiştir. Ardından aile, Palais Royale’in yakınlarına taşınmıştır. Ressam babasından küçük yaşta sanat eğitimi alan Élisabeth, Gabriel François Doyen, Jean-Baptiste Greuze ve Joseph Vernet gibi önemli isimleri örnek alarak ilk portrelerini resmetmiştir. Ergenliğinin başlarında ise profesyonel olarak portre ressamlığı yapmaya başlamıştır. Babasının vefat etmeden önce mensubu olduğu Saint-Luc Akademisi’ne kabul edilmiştir. Kendisi gibi ressam ve sanat simsarı olan Jean-Baptiste-Pierre Le Brun ile evlenmiştir. Bu evlilikten Julie adında bir kızı olmuştur.
Hiç şüphe yok ki kariyerinin en parlak dönemi, Fransa Kraliçesi Marie Antoinette’in himayesi altında olduğu yıllardır. Saray portre ressamı olarak görev yaptığı dönemde Marie Antoinette ve çocuklarının otuzu aşkın portresini resmetmiştir. 1783 Salonu’nda sergilenen “Müslin Elbisesi İçinde Marie Antoinette” (aşağıda dördüncü sırada) tablosu, Marie Antoinette’in kişisel isteği o yönde olmasına rağmen kraliçeyi “gayriresmi, gündelik ve basit” bir giysi ile gösterdiği için tepki çekmiştir. Ardından Vigée Le Brun, portreyi sergiden alıp kraliçenin elbisesini yeniden resmetmiştir. Aynı yıl Resim ve Heykel Kraliyet Akademisi’ne (Académie royale de peinture et de sculpture) kabul edilmiştir. 1787 Salonu’nda sergilenen “Kızı Julie ile Otoportresi” de (aşağıda ikinci sırada) gülümserken ağzını aralayıp dişlerini gösterdiği gerekçesiyle küçük bir skandala sebep olmuştur.
1789’da patlak veren Fransız İhtilali dolayısıyla tasfiye edilen saray erkânı ile birlikte Vigée Le Brun da Fransa’yı terk etmiştir. 1802’de Fransa’ya geri dönene dek İtalya, Avusturya, Rusya, Prusya gibi ülkelerde birçok aristokratın portresini yapmıştır. Eserlerinin Rokoko ve neoklasik izler taşıdığı söylenebilir. Élisabeth Louise Vigée Le Brun’ın eşsiz portrelerinden birkaç örnek:
Marguerite Gérard (1761-1837)
1761’de Fransa’nın Grasse şehrinde doğdu. Babası Claude Gerard bir parfümcüydü. Ablasının Jean-Honoré Fragonard ile evlenmesinin ardından sanata ilgisi başlamıştır. Yaklaşık 30 yıl kadar Louvre dolaylarında Fragonard ve ablası ile yaşamıştır. Bu süreçte resim sanatına olan ilgisini geliştirmiş, yetenekli bir ressam olarak nam salmıştır. Ancak Heykel ve Resim Kraliyet Akademisi tarafından “akademide aynı anda dörtten fazla kadın sanatçı bulunamayacağı” gerekçesiyle reddedilmiştir. Ayrıca Güzel Sanatlar Okulu da erkek öğrencilere tanıdığı burslu okuma hakkını bir kadın öğrenciye tanımayı reddetmiştir. Tüm bunlara rağmen eserleri 1799-1824 yılları arasında Salonlarda sergilenmiş, birçok ödül kazanmıştır. Sanattaki başarısı ve mücadeleci ruhu ile kendinden sonraki kadın erkek birçok sanatçıya örnek olmuştur. Bunlardan biri de hiç şüphesiz ressam yeğeni Alexandre-Evariste Fragonard’dır.
Marguerite Gérard, Rokoko tarzındaki eserlerinde sıklıkla özel hayattan sahnelere yer vermiştir. Özellikle evcil kedi ve köpekler tablolarında sık rastlanan motiflerdendir. Ayrıca annelik ve çocuklar da sık resmettiği temalardandır. Bunların yanı sıra Gérard, politik figürleri de resmetmiştir. 1806 yılında yaptığı “Napolyon’un Merhameti” eseri (aşağıda ikinci sırada), Napolyon tarafından satın alınmıştır. Amerika’yı bir kadın olarak tasvir ettiği alegorik gravürü “Franklin’in Dehâsı” (aşağıda dördüncü sırada) ise en ünlü işlerinden biridir. Bunun gibi eserleri, adının duyulmasına büyük katkı sağlamıştır.
Son olarak, unutulmaması gereken kadınlardan söz ettiğimiz bir diğer seri olan “Fransız Edebiyatının Kadın Yazarları“na göz atmayı ihmal etmeyin. Serinin bir sonraki yazısında buluşmak üzere!
Kapaktaki resim: Suzanne Valadon, Mavi Oda, 1923